Tırnak batmasıyla nasıl baş ettim
Şüphesiz en savunmasız olduğumuz konulardan biri sıhhat ve vücudumuzda neresi acıyorsa sözde canımız orada atıyor. Bundan bir buçuk ay önce benim de canım sağ ayak başparmağımda atmaya başladı. İş dönüşünde başlayan o çivi sızısı ile kendimi eve nasıl attığımı bilemedim. Soğuk soğuk terliyordum ve yüzüm kıpkırmızı, ateş topu olmuş yanıyordu. Hissettiğim acının inanın bir tarifi yok, abartma gibi gelen bu benzetmeler yaşadıklarım konusunda eksik bile. Ve düşünün, bunu bana yaşatan ufacık bir tırnaktı…
Peki ben bu evreye nasıl geldim? Başıma iyice ne geldi ve bundan en yardımsever şekilde nasıl sağ çıktım? Hepsini tek tek anlatacağım…
Önce geçmişe dönelim
Evet, ben bu acıyı bugün yaşıyordum; ama bu olayın bir evveliyatı, bugüne dek ilmek ilmek gelişi vardı. Seneler evvel, yaş vermek istemiyorum şu anda J sağ başparmağımı koltuğun kenarına çarptım. Aman Allah’ım o nasıl bir acıydı, her bir hücremde hissettim. Tırnağım resmen düşmek üzere olan bir diş gibi sallanıyordu. Birkaç saatlik sızlamanın ve şu anda böylece hatırlamadığım rahatlatma çabalarımın sonunda tırnağımın yatıştığını fark ettim. ya da bilemiyorum, bu benim kendimi aldanma yöntemimdi. Zira doktora gittiğimde tırnağımın çekilme ihtimali vardı.
Sargılar, pansumanlar derken sonunda çivi kendiliğinden düştü. Fiilen ucuz atlatmıştım. Zamanla, çivi her yerde uzamaya başladıkça da her şey normale girmişti. Ben o tırnağı bir kez daha koltuk kenarına çarpana dek…
Bu kez daha şanslı olduğumu düşünmüştüm. Çünkü tırnağım sallanmıyordu. Öyle öyle kanamadı da… Keşke oluk oluk kanasaymış…
Bu kez işlem daha da uzundu
Evet, bu kere daha uğurlu olduğumu zannederken, uzun, fazla uzun süreli bir girdaba girdim ve hala doktora gitme fikri aklımın ucundan bile geçmiyordu. Çünkü korkuyordum; anlatamam, fazla korkuyordum…
Zamanla tırnağım kendinden şimdiden vazgeçmiş ihmal edilmiş bir kadından farksız oldu. Natürel mantar enfeksiyonuna da enfes bir davetiyeydi bu. Sağ başparmağımın tırnağına, çivi çağırmak için bundan böyle bin şahitten fazlasına gereklilik vardı.
giderken sol but başparmağım da sağdaki eşine özendi ve o da zamanla tırnak olmaktan çok uzaklara gitti. Çok daha sonra öğrenecektim ki, vücudum demiri bağlamıyordu ve ben ne yaparsam yapayım bu tırnak o kadar kolay basit iyileşmeyecekti.
Peki ne yaptım
En azından bu aşamadan sonra doktora gitmiş olduğumu düşünüyorsanız, bu çok büyük bir yanlış olur. Gidemezdim, koskocoman bir korkuydu ve korkmakta da elbette hileli olmadığımı fazla sonradan yaşayarak öğrenecektim. Ben de o güne değin bu tırnakla yaşamayı öğrendim.
Sahiden de öğrenmiştim. Haliyle bir vakit daha sonra batmalar da başladı ve bence küçük operasyonlarla bunları daha aşağı ediyordum. Bundan Böyle hiç terlik ya da önü açık bir ayakkabı giyemediğim, bacak konusunda travmatik bir sevgisizlik içerisinde olduğum gibi psikolojik yönlerini sayamıyorum bile. Şu Anda dinç ayaklarımın olduğu gerçeğini kasıtlı olarak bir bakıyorum da, şüphesiz aptal kafamla yeniden aynısını yapardım fakat, bunca acıya hiç değmezmiş…
Fakat küçükken yaptığım gibi yapmalıymışım. Sokaktan eve girmeyen o haylaz çocuklardan biriydim; kol ve bacaklarımın muhtelif noktalarına bir bere almadan da eve girmezdim. Allah’ım, ispirto şişeleri, tentürdiyotlu pamuklar, sargı bezleri… Zamanla bu acıya karşı bir duruş kazandım, Halam’ın öğretisiyle. Öyle korkmanın kaçmanın bir alemi yoktu, yoksa canım daha da çok yanacaktı. Coss diye kendim basardım o pamuğu. Haklıydı da, hop bir yanar bir geçerdi. Korkularımı büyütmenin bir anlamı yoktu. Ne bileyim, çocukken daha cesurmuşum demek; bu defa yapamadım. Galiba en büyük etken, bir pamuktan fazla fazlasının devreye girecek olmasıydı…
1,5 ay önce o gece
Günlerden Çarşamba’ydı ve nihayet eve gelmeyi başarmıştım. Bir yanda eşim, bir yanda iki kız kardeşim toplaştılar; çözüm üretmek için internet başındalar. Kardeşim Deniz, Fiyoterapist. Onun sağlıkçı olması, konu hiç alanına dahil olmasa bile içimi rahatlatıyor gibi; lakin canımın acısı her şeyin üstünde.
O gece, sanırım hayatımın en kabus gecesi oldu. Nöbetçi eczaneden beni yatıştırması gereken o krem geldiğinde ayağım kaynatılmış ve soğutulmuş kekik suyunun içindeydi. Bir yana da hastane arayışına girdik tabii. Gecenin sonunda, oysa kendimi nasıl o kadar tuttum hala şaşkınım, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Öylesine bitkindim ki, batan tırnağa neler olacağını düşündükçe çıldırıyordum.
Sabaha bir randevu bulduk. Zaten uykusuzluktan bundan böyle sallanıyordum. Ayağıma kış ortasında fidan gibi bir terlik geçirdim, hastaneye gittik. Hekim yoklama etti. Fazla gizli bir şekilde asistanına dönüp, “Tırnak batmış, çekmek için doktorumuz burada mı? İzinden döndü mü?” dedi.
Allah’ım, ayaklarımı sevemediğim onca yıl tek bir cümlede yerle bir oldu. Ne dek da kolaydı. Ben hala korkuyordum fakat. Bu sefer de zangır zangır titremeye başladım. Bir ara bayılır gibi bile oldum. Halimi gören Doktor Hanım, “Cerrahi müdahale sana ağır gelecek sanırım; üstelik tel yöntemi var. Bizim hastanemizde yok, sen bundan başka onu araştır” dedi. Şükürler olsun bunu bana söyledi…
(Telin ilk takıldığı zamanlardan bir görüntü)
Tırnak teli macerası
Hemencecik oracıkta, doktorun kapısının önünde başladık teli araştırmaya ve işte o vakit Muhammet Bey’i bulduk. Randevu Cumartesi günüydü. Hekim da rahatlatıcı birkaç ilaç vermişti.
Beklerken o kadar çok şey okudum ki… “Tırnak teli nedir? Nasıl takılır? İyileşme garanti midir?” Okuduğum her yazıda, az daha bir mucizeye tanık oluyordum. Okumayı bu kadar çok seven biri olarak, nasıl olmuş da Podoloji’yi gözden kaçırmıştım? Sahiden cevap basitti: Kor-ku-yor-dum!
Cumartesi geldi çattı. Podoloğumla tanıştım, ona güvendim ve o koltuğa oturdum. İyileştikten daha sonra, “Ama Damla Bayan, tırnağınız fazla fena durumdaydı. Siz fazla kayda değer bir yol kat ettiniz. Çok güçlü bir kadınsınız” diyen Muhammet Bey, “Aa, ne tırnaklar gördüm, sizin durumunuz da hiçbir şey değil” diye diye o bir saati geçirdi. Ama ben tırnağımın çok fena durumda olduğunu biliyordum. Fazla, fakat fazla canım yandı. Korktuğumdan fazla daha artı hatta. Ama gerçek şu ama, bu ayla de korkup kaçan bekleyişlerim getirmişti. Halbuki çocukluğumda yaptığım gibi o pamuğu basma cesaretini bulsam, sadece bir mantar tedavisi ile ağrısız çözebilecektim konuyu. Batan tırnağın kesilmesine, o acıya hiç lüzum yoktu.
O sandalyeden kalktığımda tırnağımda bir tel ve üzerinde bir sargı vardı. Eve pedikür terliği ile döndüm. Banyo yapamayacağımı, tel çıkana dek pabuç giyemeyeceğimi sanıyordum. Hiç o kadar olmadı. O günü atlattıktan daha sonra fazla bakımlı bir çare süreci başladı. Bir ay sonradan o tel çıkarıldı, yenisi takıldı. Tırnağım iyileşme gösterdiği için acımadı. Seslenmek fakat batma olmasa, işte bu dek rahattı…
Bir sonraki randevumu 29 Aralık’a verdi. Yeni yıla sağlıklı tırnaklarla gireceğimin müjdesini de ekleyip gönderdi. Fakat benim tırnağım o kadarına bile gereklilik duymadan teli attı. Ne fazla korktum bozdum diye. Koşa koşa kontrole gittim; a evet, koşabiliyorum J
Ve sürprizzz… Tırnağım iyileşmiş, tele ihtiyacını yitirmişti. Bugün telsiz üçüncü günüm. hemen Podoloğum’un tavsiyesi ile her gün aynı safa yağı kullanıyorum. Ponçik parmaklarım, tırnaklarıyla, ben de tam olarak ayaklarımla çok mutluyum. Ve şunu da biliyorum, artık hiçbir şeyden korkmama gerek yok. Bir tırnak batması macerasından sağ çıkmışım ben, gerisi hep tatlı yaşam…
(Muhammet Bey ile)
Çok uzun bir yazı oldu farkındayım; ama bu fazla korkulu bir kabus ve gereksinim duyulacağına eminim. Umarım bu konudan mustarip herkese fazla erken evrede ulaşsın bu yazı.
Canım eşim ve ailem, arkadaşlarım, emeğini bir ömür aklımdan çıkarmayacağım Podolog Muhammet Korkmaz, hepinize fazla, lakin çok teşekkür ederim.
Sevgimle…
Damla Karakuş
özel içeriğidir.
Henüz yorum yapılmamış.